
Son zamanlarda izlediğim en iyi film; In Bruges. Son günlerin popüler filmi Avatar'ı da izledim, onun hakkında da yazı yazacaktım, ama In Bruges'e öncelik vermek istedim.
Bu filmi Ayşe'den duymuştum ama izleyememiştim, geç bile kalmışım. İzlemeyenler mutlaka izlesin.
Film Belçika'nın en güzel şehri, Bruges'te geçiyor. Ve film Bruges'ün güzelliğini anlatmak için yapılmış sanki. Ölmek üzere olan birinin son günlerni en iyi şekilde geçirebileceği şehir olarak Bruges'ü düşünüyor Harry. Bu yüzden diğer iki karakteri Ray ve Ken, Bruges'e gönderiyor. Ama işler planladığı gibi gitmez.
Ken çocuk ruhlu bir çocuk katilidir, kendini öldürmeyi planlar, Ray'in de görevi Ken'i öldürmektir. Ama Ray onu böyle acınası halde görünce vazgeçiyor. Filmin bence en dikkat çekici sahnesi buydu. Aslında birini öldürmek gibi bir görevin var o kişi hazır intihar ediyor, işi ne kadar kolaylaşıyor. Yine de ölmeyi isteyen birini öldürmek daha da mı zorlaşıyor?
İkinci sağlam sahne ise, Harry'nin kendini cezalandırarak bu şehirde ölmeyi haketmesiydi. Bunların dışında, cüce olayı, Ken'in kızla restorandaki muhabbetleri, tren olayı hepsi çok iyiydi. Yönetmen drama içine kara mizah yerleştirmiş.
Bunların dışında da zaten eğlenceli, şaşırtıcı çoğu zaman dramatik sahneler vardı.
Martin McDonagh yazmış ve yönetmiş. Yönetmen, ingiliz, 1970 doğumlu, ama saçları erken ağartmış. Böyle film çekmeye devam edicekse saçları boşa ağırtmış sayılmaz. Bu adam kesinlikle takip edilmeli. Colin Farrel sevmem ama bu filmde iyiydi.
Bir de yönetmenle çekilen bu kareyi buldum, oyuncular ve yönetmen eğlenirken..

Bruges bana Karlovy Vary'i hatırlattı, kesinlikle gitmeliyim. Boş sokaklar dolaşmak, meydan da kahve içmek ve çan kulesine çıkmak istiyorum.