Escher



Escher'in simetrik çalışmaları inanılmaz bir zekanın ürünü, zaten matematiği sanatın içinde en çok kullanan sanatçıdır kendileri...Sitesinde posterlerinin satıldığı online shop açılmış, en son nuri bilge'nin fotoğraflarından birini satın alıp ayşeye göndermeyi planlamıştım satınala tıkladığımda şok olmuştum, bir fotoğraf 3000€dı, şimdi gene korkarak tıkladım posterler 15€ ye satılıyomuş, derin bir ohh çektim, normal bir fiyata sahip olduğunu görünce..tabi nbc'den de normal baskılar normal fiyatlar bekliyorum..Neyse henüz ben de almadım bu posterlerden önce bi taksimdeki postercilere bakayım, sonra artık..
Bir de bunlardan aslında duvar karosu yapılsa şahane olur, deniz atlı olan banyo için kullanılabilir.

yakamoz

bir yarışmada tüm diller içinde en güzel ses özelliğine sahip kelime "yakamoz" seçilmiş, bir çinliye yakamoz deyince adam heralde hayran kalmaz diye düşünürken en güzel ikinci kelimenin Çince "Hu Lu" olduğunu öğrendim adam hayran kalmış demek ki, üçüncüsü ise luganda dilinden (bu da neyse) Volongoto olmuş, bu kelime biraz torpilli geldi ama olsun:) ayrıca yakamoz diye tek hücrelinin olduğunu aslında ay ışığının denize düşmesine mehtap denildiğini, bu yakamozcukların oluşturduğu ışıktan denizin aydınlanmasının gerçekte yakamoz olduğunu okudum, bunlar nerden mi çıktı, işyeri bize üstün dökmeni getirmişti, seminerde yakamoz kelimesinin birinciliğini anlatmıştı, bir de eşeklerin inatçı olmadıklarına dair beyanları vardı onları henüz internetten doğrulayamadım, meğer o inatçı bildiğimiz eşeğin gözleri çok hassas ve belleği de çok kuvetliymiş bu sayede 200 mtdeki sineği görüp ya da 10 sene önce tökezlediği yeri hatırlayıp durup kalıyormuş olduğu yerde, yani garibim inatçı değilmiş aslında..ben baya bi eğlendim bu seminerde, ama çoğunluk memnun kalmadı, çünkü kimse akıl almak istemiyor, herkes kendini en akıllı görüp, yaşama şeklini de en iyi görüyor..neyse herkes kendi aklına sahip çıksın başka da bişey istemem...sonuç olarak üstün dökmen, cem yılmazdan daha eğlenceli bir 3 saat geçirtebiliyor..zaten arogtan dolayı gıcık oldum cem yılmaza, artık yeni favorim üstün hoca..

unutma


unutmamak için ne yapmam gerektiğini araştıracağım, bunu da unutmamak için buraya yazdım.

mısır apt.

nerde otursam diye büyük düşündüğümde bazen kanyonu bazen de deniz kenarında eski bir yalıyı düşlemişimdir. ama artık mısır apartmanını hayallerime aldım, buranın iki kötü yanı var, daireler artık işyeri olduğu için giren çıkan çok fazla ve beyoğlu artık inanılmaz kalabalık..ama onun dışında ruhu, tarihi, güzelliği ve manzarasıyla benim de bir süre ikamet etmek istediğim bir yer işte..aslında beyoğlundaki binalarla ilgili ya fotoğraf projesi ya da belgesel çekmek güzel olabilirdi. ama işte artık sanat olaylarından elimi eteğimi çekmişim ne yazık ki..beyoğlundaki binalar, ahşap binalarda çıkan yangınlardan ve bu yangınlardan bıkılması sonucu yapılmış olan istanbulun ilk betonarme binaları ama hepsi birbirinden farklı ve güzel...sonrasında da sanırım maçkadaki apartmanlar geliyor..bunların hepsi aslında sanat eseri değerinde (ayşe'nin anlatcak baya bişey vardır bu konuda)..neyse ben nerde oturuyorum kısmet apartmanında, ben burayı da seviyorum..

halı


bir halı öğrenci evinde ne kadar önemli olabilir ki diye düşünmemek lazım gerçekten önemli olabiliyor..babannemin verdiği yaklaşık 1 metrekarelik halımızı gördükçe mutlu oluyorum..halının da doğru düzgün bir modeli de yok, ben zaten bu halıyı babannemin artan iplerden dokuduğunu ip yetmediği için de halının böyle modelsiz bişey olduğunu düşünmüştüm, meğerse babannem gördüğü diğer halıları unutmamak için ilk önce buraya işliyomuş, yani bu halı babannemin model çıkarma halısıymış..hikayesini duyunca daha da çok sevdim bu halıyı..

kabaktan karpuz

bu karpuza taktım, çünkü karpuz tüm zorluğuna (taşıması, saklaması, kesmesi) rağmen en sevdiğim meyvedir, üreticiler karpuzdan daha çok verim alabilmek için karpuzu kabağa aşılıyorlarmış, dolayısıyla kabak tadı veren, kabak gibi bi sürü çekirdeği olan karpuzlar yetişiyor, üretici memnun, çünkü onlar için nitelik değil nicelik önemli..
kapitalizm yüzünden kötü karpuz yemek zorunda mıyım?

küp karpuz

kktcdeki bir tüp bebek merkezinin müdürü olan doktorun röpörtajını okudum, adam güzel annelerin yumurtalarının bilmem kaç bin dolara satıldığını anlatıyodu..güzelliğin zekadan daha önemli olduğu düşünülüyor bu da mantıklı aslında bi insanın güzelliği kısa sürede her türlü insan tarafından farkedilebilir ama zekanın farkedilmesi o kadar basit olmuyor. dolayısıyla herşeyi şekilsel olarak iyi yapmaya çalışıyoruz, karpuzu da güzelleştirdik küp yaptık, tamam buzdolabına yerleştirmesi daha kolay olur kabul ama bu meyveler doğal ortamlarında yetişmiş meyveler kadar lezzetli oluyor mu ondan haber verin.. dışını cilalıyoruz içini boşaltıyoruz...
ps: küp karpuz yapabilmek için genetiğiyle oynanmıyor olabilir emin değilim ama genetiğiyle oynanmasına karşıyım..

pazarlık

annem satıcılarla inanılmaz pazarlık yapar kayserili gibi davranır, hatta sonunda satıcıların bunalıp al abla al da git dediği bile olmuştur, alcağı şey ucuz ya da pahalı olsun annem mutlaka satıcıya bi fiyat önerir, ama napalım hem parayı kolay kazanmıyoruz hem de 2 liralık şeyi 10 liraya satmaya çalışıyorlar, en azından sınırları zorlamak gerekiyor, benim bazen nutkum tutuluyor, ayşenin objektifi satarken olmuştu bazen de bugünkü gibi kaplan kesiliyorum, aslında utanıcak bişey yok, adam o fiyatı söylemeye nasıl utanmıyorsa ben niye utanayım ki..benim de o mala biçtiğim değer o kadarmış..
bi de ilk pazarlığı kim yaptı çok merak ediyorum, belki şöyle başladı; milleti kazıklayan bi satıcı başka yerlerden alışveriş yaparken kazıklandığını düşünüp pazarlığa başladı böyle böyle bi kazıklanma psikolojisi yayıldı..kimbilir...

evdeki absürdlükler

tuvalet kağıdı asılan düzenek normalde basit bişeydir, bi çubuk olur tuvalet kağıdı geçirilir, üstünde de belki bi kapak olabilir, hatta o da olmasa da olur..bizim evin demirbaşı olan tuvalet kağıtlığımız Hedef plastikten, üzerinde de "Made in Turky" yazıyor buraya kadar herşey normal ama kapağı popo şeklinde...ne zaman tuvalet kağıdı alcak olsam kopuyorum, kapağı giydirmek istiyorum..
Türklerin yaratıcılıkta sınır tanımadığının işte kanıtı, üstelik tutucu bi toplum olmamıza rağmen böyle sevimli şeyler üretiliyor ve bizim ev sahibi gibi inanılmaz tutucu biri bile alıp asabiliyor..
Bir de malum heryerde sensör kullanılıyor, modern tuvaletlerde bi tek tuvalet kağıtlığında henüz kullanılmadı ya da ben görmedim, kokuya ya da sese duyarlı yapsınlar:) tuvaletteki en sevmediğim sensör de ışık sensörü, hareketsiz 10 sn kalsan ışık sönüyor, sonra el sallayıp ışığı yakıyosun, tuvaletten çıkana kadar baya bi el sallamış oluyosun...en sevdiğim sensör de çöp kutusu sensörü ve sifon sensörü...sonuç olarak ne sensör ne ben söyleyiim..

yuvada saadet


eskiden insanlar mı saftı yoksa reklamcılar daha mı saftı acaba?? eski reklamlarda reklam dili genelde çok basit ve sade, konu ise bi saflık içeriyo.. bi ürün alakasız bir konudaki her derde deva gibi ya da ürünün çözdüğü problem mesela çamaşır yıkamak sanki dünyadaki en önemli problem gibi gösteriliyor..demek ki o zaman yaklaşım böyleymiş..şimdi dönüp bakınca eğlenceli ve sevimli geliyor...Şu an ilkokul çocuklarının bile bu konuda daha yaratıcı olabileceklerni düşünüyorum..
yuvada saadet piyale, reklam çok sevimli tamam yuvada saadet için evde yemek şart, o da piyale makarna ile oluyor da, bu teller neyin nesi, telgrafın tellerine kuşlar mı konar, hayır piyale kutusuna kuşlar konar..ama piyale nasıl havada asılı kalır orda da bir yüce hikmet var işte...



müzeler

bi arkadaşımla pera müzesi'nin 5.katında buluşmak zorunda kalınca yıllardır önünden arkasından geçip de girmediğim pera müzesine bu sayede girmiş ve gezmiş oldum. Batılıların gözüyle doğu resmedilmiş, resimlerin çizgilerine, perspektiflerine, ışıklarına, renklerine kesinlikle sözüm yok, çünkü adamların yaptıkları eskizler bile harika, ama içerik bana yanlış geldi, doğudan kıyafetler alınmış ve avrupalı güzel model olabilecek insanlara giydirip resmetmişler, resimlerdeki erkeklerin yarısı kadın gibi..harem konulu resimler de ilginç, ressam kendi kafasında yarattığı haremi resmetmiş ama haremin bence haremle alakası yok..dolayısıyla batının gözüyle doğuya yani buraya bakmak gerekiyor ama onları da çok fazla ciddiye alıp da biz böyleymişiz dememek lazım..
Gittiğim ikinci müze ise kariye müzesi, yıllardır gitmeyi istediğim müze, meğer edirnekapının girişine yakın ortalık biyerdeymiş. Otobüsten inince bi düğün salonunun önünden geçtim, gelin damat çıkmak üzereydi, dışarda bekleyen kara çarşaflı insanların arasından korkuyla geçip müzeye gittim, bu müze en çok gelir sağlayan ilk üç müze arasındaymış, nedenine şaşırmamalı bilet 15ytl'ydi, 10 ytltye müze kart aldım onla girdim, yoksa içime otururdu çünkü içerisi baya küçükmüş, bi tur attıktan sonra bu kadar olamaz diye bi tur daha attım ama gerçekten o kadarmış, duvarları mozaiklerle dolu haç şeklinde yapılmış bir klise, mozaikler 14.yy'den kalmış ama çoğunlukla iyi durumdalar, burası da cami yapılmış sonrasında müzeye çevriliyor..iyi de olmuş..içerde dolaşan benden başka Türk yoktu, çok da bize hitap eden bir müze değil ama belki bir rehber olsa anlatsa konuşulsa yorumlansa süper olur..


Annemlerle de yıldız müzesine gittim, aslında yıldızdaki müze grubu gayet eğlenceli görünüyordu, hem yıldız sarayı, belediye müzesi ve yıldız parkı içindeki porselen fabrikası müzesi..ama ne yazık ki sadece yıldız sarayını gezebildik,yıldız sarayının da zaten küçük bir alanı ziyarete açıktı, bahçeyi dahi kapatmışlar. içerde abldulhamitin kullandığı marangoz takımları, yıldız porselende yapılan ilk porselen takımları, tahtırevanlar ve saray eşyaları sergileniyor..vahdettinle atatürkün görüştüğü oda mevcut..içerde bizle beraber dolaşan ve lambaları açan kapatan güvenlik görevlileri ve bilet kesen memurlar vardı, ne yazık ki pek talep gören bir müze değil..bu saraydaki yaveran odalarının mimarı Raimondo d'Aranco, araştırınca aslında bebekteki, beyoğlundaki, şişlideki çok sevdiğim bikaç binanın da mimarı olduğunu öğrendim, hayran kaldım adama.. saraydan çıkınca da yıldız camine gittik, ordaki saat kulesi ne kadar güzelmiş, cami ve saat kulesi balyan ailesi tarafından yapılmış, caminin bahçesi çok sevimliymiş, mermer masalar ve banklar var çevrede kocaman çınar ağaçları..Sonrasında büyük bi hevesle porselen fabrikasına gittik ama kapalıydı.. Haftaiçi bir gün uğramak lazım..

Son bi müze daha var aslında, o da masumiyet müzesi..o da sonraya kalsın..

iyilik

herkes tüm sorumluluklarını yerine getirse kimsenin iyilik yapmasına gerek kalmaz diye düşünülebilir mi?? bu düşünce çok mu acımasızca acaba??

doğal seleksiyon

doğal seleksiyon güçlü olanın kazanması ve kötünün yok olmasıdır; insanların karşı tarafı beğenisi altında da aslında da soyunu en iyi şekilde devam ettirebilme güdüsü yatıyor, güçsüz olanın beğenilmemesiyle birlikte bozuk genetik yapıların da kaybolması lazım.. ama artık insanları birbirlerine çekici gösteren faktörler değişti, parası olan insanlar daha kolay birilerini elde edebiliyor..bir de estetik ameliyatlarla birlikte kimin aslında gerçekten güzel olduğu anlaşılamıyor, eskiden anasına bak kızını al diye bi söz vardı, artık kızlar için inanılmaz değişim gösterme olanakları var...hal böyle olunca da kötü genler kaybolmadan kuşaktan kuşağa iletilebilme imkanı buluyor. bir de şurdan bakmak gerekiyor, bilimle uğraşan insanların diğer insanlara göre daha zeki olduklarını varsayarsak bu insanlar diğerlerine göre daha antisosyal tipler oldukları için evlenme olasılıkları da diğerlerine göre düşük olabilir.bu durumda daha zeki insanların üremeleri daha az olacağından insan soyu gitgide aptallaşabilir. Sonuç olarak insanların seleksiyonu için çok fazla parametre var, ilk önce sadece günümüzde insanlar üzerinde doğal seleksiyonun olamayacağını düşünürken parametre çokluğundan ötürü artık hiçbir zaman bunun olamayacağını düşünmeye başladım.

pazartesi kadıköy


3 gündür kadıköyde eğitimdeydim, bugün eğitimin de erken bitmesiyle fotoğraf makinamla attım kendimi kadıköy sokaklarına.. haftaiçi kim dolaşıyomuş bu sokaklarda bi bakayım dedim, işte haftaiçi özgür olan insanlar...




darwin ödülleri

modern zamanlarda doğal seleksiyonu araştırırken darwinawards sitesini buldum, abuk subuk şekillerde ölmeyi başaran insanlara, gen havuzunu iyileştirdikleri için verilen ödüllermiş. Kısaca trajikomik ölümler ödülleri topluyor da diyebiliriz. Örnek olarak açılıp kapanan bir köprü açıkken üzerine sadece mayo giymiş motorcu bir genç motoruyla açık köprüyü geçmeye çalışır, sonuç suyun içinde ölümle sonuçlanır. başka bir tanesi de piercinglerinden bir devre yapıyor ve vücuduna elektirik veriyor, sonuç yine aynı. site sahipleri Türk gazetelerindeki 3.sayfalara bi baksa ödül vericek bi sürü şey bulabilir aslında..ama türkler darwini antipatik:) buldukları için ödülü de kabul etmezler...darwin awards isimli bir film bile varmış, olayı anlamlandırmak için filmden bir kare kullanalım yan tarafta..

aspirinli bambu

oxxo'nun en sevdiğim yanlarından biri de özel zamanlarda çiçek hediye etmesi, geçen sene bu aralar ordan bir çift bambu almıştım, bambucuklarımı çok seviyordum. İlk önce bi kupanın içinde ikamet ettiler sonra da evimde rahat etsinler diye onlara koçtaştan güzel bi vazo aldım, ama içine de mavi taşlar alıp ortamı renklendirdim. Güle oynaya yaşayıp giderken bambuların yerinde saydığını büyümediğini düşündüğüm için üzüldüm ve ne yapsam etsem diye düşünürken aklıma kurtarıcı olarak aspirin geldi...ve sadece bir tane aspirin attım, cup cup, aspirin eridi, kayboldu, bambunun köklerine doğru... sonrasında sevgili bambularım sararmaya başladı hemen alıp suyunu değiştirsem de fayda etmedi sarılığı geçmedi..en son kökünden budamak zorunda kaldım, şimdi bi pet şişenin içinde odunsuz sadece yaprak olarak yaşıyorlar..o eski halinden eser yok şimdi...ben yaptım siz yapmayın bambuya aspirin vermeyin:) acaba supradin mi verseydim:)



gülten















çiçek kız gül'ten..bayramlarda ve tatillerde beni bekleyen komşu kızı, sevgili arkadaşım gülten..benim çocukluğumda da zeynep teyzenin kızı seher abla vardı, ilk çocukluk arkadaşım odur..ne yapıyoduk hatırlamıyorum ama peşinden ayrılmıyomuşum annem öyle der..seher, "sabahın güneş doğmadan önceki zamanı" demek, aslında hem soğuk olur hem karanlık..ama olsun seher ablam benim için bir güneş olmuştu...işin acı tarafı aradan yıllar geçtiğinde o benim için yabancı birine dönüşmüştü..ben de bir gün gülten için yabancı biri olucam ühü ühü ama en azından elimde küçük gülten fotoğraflarım kalacak..aslında bu fotoğrafları koyarken aklıma ilk Dıranasın Fahriye Abla şiiri gelmişti, "ne şirin komşumuzdun sen, fahriye abla!" dizesinden dolayı tabi, zaten şiirin anlattığı konu belli...şimdiki mahallemizin şirinesi gülten, eksiden de bendim, ama bir de fahriye ablamız var mıydı acaba? düşündüm taşındım bulamadım sanırım sadece erkeklere görünüyordu, e o zaman fahri abi var mıydı? Ben onu da görmedim, ne kurak bi yerde büyümüşüm ben...

tatil


bayram tatilininden hazır yeni gelmişken yine yeni bir tatil özlemiyle çalışmaya başladım, tatilin güzel tadı gene damağımda kaldı..iş gününün sonunda genelde acı kimi zaman da ne idüğü belirsiz bir tat kalıyor..iş de tatil gibi olsaydı o zaman tatilin de kıymeti olmuycaktı heralde, sahip olmak sahip olunan şeyin değerinin yitirilmesine neden oluyor..ama yine de haftaiçi tiyatro sinema dolaşan, kendilerine vakit ayıran kadınlara merakla bakıyorum, yakınlarda salı-çarşamba izin alıp ortalarda dolu dolu dolanmayı planlıyorum, haftaiçi istanbulu yaşıycam..iki günün beyliği beylik..




farkettiklerim

ramazan ayı boyunca sinemada hiç bişey olmuyomuş, bayramda vizyonları dolduruyolarmış..istanbulda bayram adeti de sinema olmuş ne yazık ki..
soda ayran güzel kokulu ama lezzetsiz bir içecek olmuş
bayram öncesi alışveriş için ideal yer profilo imiş, önce cevahirde dolandım, alıp almayacağım garanti olmayan bişey için 10 dk sırada beklemek istemediğim için profiloya gittim, doğru tercihmiş
massimo dutti'de çok güzel ve farklı şeyler var, ama çok pahalılar, indirimde kesin uğramak lazım
taxi driver filmindeki Iris, Jodie Foster'miş, kendime koca bir günaydın diyorum:)
yarım gün çalışınca ne de güzel oluyomuş..

kad'madeğer

Çok kötü bir hafızam var, nitekim bu işyerinde de kanıtlandı, o yüzden artık herşeyi yazmaya karar verdim, halbuki eskiden aklıma daha kolay tutabiliyordum...belki halen aklımdalar ama bir indexleme problemim var..okuduklarımı izlediklerimi bir blogta tutmaya karar verdim, kad'madeğer koydum adını, artık herşey için blog açarsam sonu ne olcak bilmiyorum...

bucket list

ayşe de söylemişti http://beforeidieiwantto.org/ sitesinin benzeri yapılsa ne olur diye, aslında bu yapılan bucket list'miş. İşte Morgan Freeman ile Jack Nicholson'ın bucket list'i:
Tamamen yabancı birisine iyilik için yardım et,
Ağlayıncaya kadar gül.
Görkemli bir şey yap,
Mustang Shelby sür,
Dünyanın en güzel kızını öp,
Gökyüzü dalışı yap...
Filmin sonunda listedeki maddeleri yerine getiriyorlar, Jack N'ın parası, Morgan F'nın hayat sevgisi var..ben mi kötüyüm bilmiyorum ama bu filmden şu sonuç da çıkıyor; listedekileri yapabilmek için zengin kanka şart..

karanlık





santralde elektrik üretimi durmuş, çok mu karanlık oldu ne? merdivenler, camlar, ters ışık ve mekanı dolduran mankenler ve santral istanbul..
karanlık fotoğrafta modeli mümkün olduğunca en aydınlığa koymak gerekiyo, yoksa modelli fotoğrafın anlamı kalmıyor tabi..bir de çok karanlık fotoğraf çok boğuyor,ben kendi fotoğraflarımdan boğuldum.

Havacılık Müzesi

Havacılık müzesi Yeşilköyde tren istasyonuna yakın askeriyeye bağlı bir müze...Kapalı alanda maketlerle, yazılarla Türk havacılık tarihi anlatılıyor. Hazerfan Ahmet Çelebiyle başlıyor, Galata kulesinden uçarkenki maketi yapılmış. Dünyanın ilk uçan insanı.. Makette şaşkın bakan yeniçerilerin üzerinden hurra süzülüyor..makete baktıkça insanın uçası geliyor...bence hazerfan zaten başka bir şehirde olsaydı uçmazdı, onu uçmaya çeken şey de İstanbulun güzellikleri olmuştur diye düşünüyorum. lagari hasan çelebi ise füze benzeri bişeyle havalanan ve yere inebilen ilk insan..yani türklerin havacılık tarihi gururla başlıyor..sonrasında ara dönemde padişahların uçmaya olan ilgisi anlatılıyor ve sıra geliyor kurtuluş savaşı ve dünya savaşındaki durumumuza, yokluklarla insanlarımızın neler yaptığını görüyoruz. 3 uçakla savaşmak, sonrasında alınan uçaklar ama uçak kullanıcak pilot olmaması ya da işgal bölgelerinden kurtarılan uçaklar..Uçakla gelen saldırılarda ise tüfeklerin uçaksavar olarak kullanılması..Yokluk içinde geçen günler.. Sonrasında Nuri Demirağ ve Vecihi Hürkuş'un çalışmaları anlatılmış. Ayrı ayrı uçak fabrikası kurarak uçak üretimini başlatmışlar. Natoya giriş sürecimizle ve Amerikanın yardımlarıyla fabrikaları kapatılıyor. Gururla başlayan ama uzun bir süre atıl kalan Türk havacılık tarihinde gurur kaynağı olmuşlar. Hayatları kesinlikle okunmalı ve dersler çıkarılmalı...Ve Dünyanın Kadın ilk savaş pilotu Sabiha Gökçen, Dersim harekatına erkek pilotlarla beraber katılıyor. İşin garip tarafı o zamanlar şimdiki gibi simülasyon eğitimleri de yok, yani savaş pilotu ama pratiğini savaşta yapıyor..gökçen soyadını ise tabiki Atatürk veriyor, ama henüz Sabiha Hanım havacılıkla ilgilenmiyor o dönemlerde..sonrasında gelişiyor.
Müzenin açık alanında ise uçaklar, helikopterler, roketler var. Keşke bir kaç uçağın helikopterin içini de gezdirselerdi, kesinlikle daha etkileyici olacaktır.
Sonuç olarak kesinlikle gezilmesi, görülmesi gereken bir müze, hem havacılık adına çok şey öğrenilebilir hem de Türk tarihinden önemli bir kesit sunuyor. Dışa bağımlı hale geldiğimiz müzede alenen anlatılmasa bile kanıtları da müzede sergilenmiş oluyor. Gururla başladığımız bir alanda bile herkesten geri kalabiliyoruz...

TRT3

TRT3 spor aktivitelerini izlemek için iyi bir kanal, şu aralar paralimpik olimpiyatları var, bu olimpiyatlar fiziksel, zihinsel ve duyusal eksikliği olan sporcuların katıldığı bir spor olayı. Paralimpik kelimesi aslında paraplegic (belden aşağısı felçli) ve Olympic kelimelerinin birleşmesinden meydana gelmiş. Ama günümüz resmi açıklamasına göre paralimpik, Yunancadaki para- (yanında) kelimesinden türetilmiş. Bununla da olimpiyat oyunlarına paralel yürütülen yarışma anlamı çıkıyor. (Bu kelimenin anlamını ararken seslisozluk'te aranılan kelimenin etimolojik bilgisinin gösterildiğini farkettim. latince bişiler öğrenmek için fırsat..)

Bugün ayrıca Sivasta yapılan Dünya Bayanlar 3 Bant Bilardo Şampiyonası vardı, Sivasta yapıldığından haberim yoktu, izlemeye başladım allah allah diyorum, Türkler amma da reklam vermiş:) bir kaç saniye sonra algıladım ve koptum. O spor salonu da heralde Cumhuriyet döneminde yapılmış, böyle bi tribün olamaz ya...ama güzel kısmı, salonda klasik müzik çalıyo, insanlar sayı olunca alkışlıyolar, takip ediyorlar...yarışmacılar da çok asil zaten..Gülşen Degener finale çıksa salon heralde yıkılırdı, yenisini yaptırmak için fırsat olurdu aslında, ama saolsun gene de 3. olmayı başardı.

2008 pekin fotoğraflar

olimpiyat resmi web sayfasında (en.beijing2008.cn) inanılmaz güzel fotoğraflar var, kesinlikle oraya gidip fotoğraf çekmeliyim dedirten kareler..işte sporcu fotoğraflarına bir kaç örnek...


soldaki fotoğraf antrenman sırasında çekilmiş yukardaki ise okçulukta altın madalya alan çinli sporcuya ait



Fotoğrafta senkronizasyonun iyi durduğunu düşünüyorum, daha doğrusu bi simetri hastalığım da var, kapanış töreninde de sahnedeki bi sürü insan ve hareketleri üzerine bi de renkler binince çok şık olmuş

kitap

Orhan Pamuk'un son kitabı masumiyet müzesi 29 ağustosta kitapçılarda yerini alacakmış, bu kitap için iletişim yayınları bir web sitesi hazırlamış. Daha önce de Orhan Pamuk kitapları için panolarda reklamlar dolanmıştı, o durum bana çok itici gelmişti nitekim reklamları ortada dönen kitap da okuduğum en kötü eseriydi. Heralde en çok satan eseri de olur. Ama web sitesinin tüm yazar ve kitaplar için olması gerektiğini düşünüyorum, masumiyet müzesi için kilit cümlesi "hayatımın en mutlu anıymış, bilmiyordum" olan pespembe bir site tasarlanmış. İletişim yayınevi hazırlamış olsa gerek, çünkü kendi siteleri de gayet düzgün görünüyor. iletişim yayınları