bir yıl daha geçti



Yıllar geçtikçe çocuksu ruhumuzdan, mutluluğumuzdan uzaklaşıyoruz, korkularımız artıyor azalacağı yerde..Yeniden eski günlerdeki gibi olabileceğimiz bir yıl dileğiyle..
Fotoğraf Karlovy Varyden, hava biraz karanlık olduğu için çok net olmadı ama ayşeyle bu çocuğa bakıp baya bi gülmüştük..

hakkı devrim



Bu fotoğrafı Ayşe Arman'ın Hakkı Devrim'le olan röportajından aldım. Hakkı Devrim'in bu halini görünce çok mutlu oldum, daha bir sevdim onu. Yıllardır milli dedemiz olan H.Devrim benim için anne karnından dede olarak çıkmış insan kıvamındaydı. Aslında genç yakışıklı bir delikanlıymış zamanında. Annem babam içinde aynı şeyi yapıyorum, sanki hep onlar bu yaştaymış gibi..Halbuki ben onların 30lu yaşlarını da biliyorum ama unutuluyor..H.devrim'in bir zamanlar genç olabileceğini bu fotoğrafı görünce idrak ettim. Allah uzun ömür versin.

wipe out


bu toplarda zıplamak istiyorum, ama kamera olmasın lütfen..

lie to me

yeni dizim; "lie to me". House'a rakip olarak yapılmış, hayatın daha içinden olduğu içi anlaması daha kolay. Ama Lightman, House kadar karizmatik değil zaten kim House kadar karizmatik olabilir ki? Benzer özellikler var, Lightman da House gibi defolu bir insan, karısı terketmiş, inatçı, işini çok iyi yapan biri. Yani süper bir dizi kahramanı, hem eksiklikleri var ama bir yandan da adam karizma olabiliyor. Dizi yalanlar silsilesi içinde gidiyor, 40 dakika izleyip de saman alevine benzeyebiliyor, yani insanın elinde bazen o kadar izleyip de hiç bir şey olmuyor. Çünkü alt cümle-fikir içermeyen bölümler var. Eğlenceli kısmı ünlülerin yalan söylerkenki ifadeleri de yer alıyor. Yalan söylemeyi zaten beceremem, dizide yalan söylerken en azından neler yapmamam gerektiğini öğreniyorum. Bu konuda çok faydalı bir dizi ve bir de ifade analizinde.
Sonuç olarak en karizmatik dizi karakterlerim şöyle: 1- House 2-Lightman
En sevimli dizi karakterleri ise tabiki 1-Ted 2-Charlie

Bir mimar: Bruno Taut

Bugün şener'le metrobüsle avrupa yakasına geçerken Ortaköy sırtlarındaki Japon esintileri olan evi gösterdi. Cumhuriyet döneminde Ankara'da da önemli devlet binalarını yapan Japon bir mimarın kendi için yaptığı ev olduğunu anlatmıştı. Hiç Japon mimar duymamıştım, zira Ankara'ya Japon mimar girse heralde o kadar sıkıcı devlet binaları da olmazdı. Bu binayı yapan adamı bulmak biraz zor oldu, ama kimliğini öğrendim; Bruno Taut adında Hitler'den kaçıp Türkiye'ye sığınmış, bir miktar Japonya'da kalmış Alman bir mimar yapmış. Ankara'da DTCF Binasını yapmış. UNESCO tarafından korunan eserleri var. Şu anda ünlü bir mimar. 1938de ölüyor ve Edirnekapı Mezarlığına defnedilmiş. Her gün önünden yanından geçtiğimiz ayrıntıların altını kazıyınca neler çıkabiliyor ne ilginç. Bir ilginç şey ise; bu evin tarihi hürriyetteki en iyi 10lardan birinde buldum. Bir daha hürriyet.com.tr yi açmayacağım demiştim yine açmak zorunda kaldım.

wc de beklemek

Alafranga tuvaletten feyz alarak Kore'de ev yapmışlar. Ben yapsam orta kısma yüzme havuzu kondururdum. Ama işte çayır çimen yapmışlar. Benim en büyük sıkıntılarımdan biri de tuvalette beklemektir. Bekle bekle dur, vakit geçiremem. Heralde bu evde böyle bi dert de olmayacak kadar çok tuvalet olsa gerek...Tabi böyle bir yaşam alanının içinde olmanın kime ne faydası vardır anlamış değilim. Küçük çocuk evini tarif ederken tuvalette oturuyoruz mu diyecek o da ayrı konu...

ev için planlarım

Gittiğim ülkelerden aldığım magnetlerle buzdolabının kapağını doldurmak istiyorum. Tabi bu hızla gidersem bu o kadar kolay bişey olmayacak farkındayım:) Zaten kapağın üstünde şu an en çok magnetli nikah şekerleri bulunuyor.
(Eyfel kulesi Orhan'dan...Çok kullanışlı ve güzel olduğu için benim magnetlerin yanına koydum.)

Bu duvarı ise blok baskı fotoğraflarla doldurmak istiyorum. Bu birinci isteğime göre daha kolay. İlk fotoğraf kardeşimden, buraya tablo asmaya çalışıp duvarı mahvedince ve akşama da misafir geleceği için bu fotoğrafı yapıştırmıştık.
(Fotoğraf kardeşimin sergilenen ilk fotoğrafı, bize ev hediyesi olarak getirdi, ben çekerken ışık patlamış sol taraftan)


Kitaplığımızın bi sürü kitapla dolması da bir başka isteğim. Kitaplık ikea'nın ünlü billy kitaplığı, 75ten beri bu kitaplık üretiliyor. Hatta bu dolsun, sonra yanına bi tane daha billy alsak hiç fena olmaz. 50 mm objektifle çektiğim için kitaplığın alt kısmı alamadım. Ama genel olarak görüldüğü üzere ütü dahil herşey var. Bir sürü kitabımız olunca bunlara başka yer bulacağız:) Yıllardır göçebe yaşayınca (yurt-öğrenci evi) kitap da birikmiyormuş bunu farkettim.

Coral Reef Adventure

Suyun içinde olmayı çok severim. Bunu da halen anne karnına özlem duymama bağlarım. Denizde ya da havuzda sırtüstü yatayım, işte bu benim için en büyük terapi olsa gerek..(Scuba diving kısmına değinmiyorum şimdilik)
Dün akşam Coral Reef Adventure ı izledim. Uzun zamandır izlediğim en güzel sualtı belgeseliydi. Pasifik okyanusundaki mercanların neden yok olduğuyla ilgili bir araştırmayı içeriyor. Suyun altında geçen kısmı çok fazla. Ama bunun dışında araştırıcıların yerel halkla iletişimleri yer alıyor. Suyun altı hiç burdaki gibi değildi. Hayran kaldım. Binbir çeşit böcekler, balıklar, mercanlar...Bir de böcek balık dayanışmaları süperdi, bi böcek balığın ağzını temizliyordu, diğerinde de balık böceği koruyordu. Her taraf rengarek cıvıl cıvıl, hepberaber dalga halinde hareket eden balıklar, hepberaber ne yapcağını bilmeden hareket edenler.. Böyle izledikçe mutlu oldum, gece rahat bir uyku uyudum. Süper oldu.

Ayşeyle Prag

Prag'tan en çok aklımda kalan şey; Ayşe'nin bu defteri ve eldivenleri oldu. Buz gibi havada tek eldivenle dolaştı, sonra bu eldiveni kaybetti, turdan kızlar bularak Ayşeye verdiler. Türkiyeye dönünce de eldiveninin diğer tekini bulmuş. Çok güldüm bu eldiven olayına. Defterde ise Ayçanın Prag haritası ve popüler noktalar vardı. Bi sürü yeri bulduk ama Medieval Restaurant'ı bi türlü bulamadık. Artık bi sonraki Prag çıkartmasında...

domuz gribi değilim sadece sinüzitim

Bugün yöneticim aradı, geçmiş olsun dedi, sonra da şirkette benim domuz gribi olduğum dedikoduları varmış, öyle misin gerçekten dedi, ben de anlattım sinüzit olduğumu. Burda belirtiler mevcut, çok şükür ne ishalim ne kusuyorum. Dolayısıyla domuz gribi olmadığımı düşünüyorum. Ama uzun zamandır bu kadar hasta olmamıştım.
En büyük sıkıntım öksürmek, uzun uzun zamandır bu kadar yoğun öksürmemiştim. Nefes borusuna yabancı madde girdiğinde, beyindeki öksürük merkezi otomatik olarak tetikleniyor ve yabancı maddeyi dışarı atmak için öksürmeye başlıyoruz. Öksürük şurupları beyindeki bölgeyi uyuşturarak öksürmeyi önlüyormuş. Sinüzit ise sinüslerimdeki mukozanın içeriğinin değişmesi anlamına geliyor. Doktorun verdiği ilaçlarla mukus boğazımdan aşağıya akıyor ve öksürmeme neden oluyor. Bunları internetten okuduklarımdan çıkardım. Yarın doktora yeniden gideceğim.
(Resimdeki en sevimli domuz: Piglet)

Türkiyeye hoşgeldim

Prag'tan daha da hasta olarak dönünce ilk iş eve yakın bir özel hastaneye gittim. Bir günlük iş göremezlik belgesi ve bir reçeteyle çıktım ordan. Hastanenin hali özel olmasına rağmen içler acısıydı. Fotokopi makinasnın icadından habersiz insanlar çalışıyodu:) Ordan çıkınca hastanenin hemen karşısındaki eczaneye gittim, bunca zaman özel sağlık sigortamı kullanıyordum, bir kere de SSKdan ilaç alayım dedim. 14 liralık ilacın 9 lirasını ben ödedim. Eczacı kalfasına da sordum bu nasıl iş benim bişey ödememem gerekmiyor mu diye, kanunlar değişmiş vs. bunları anlattı. Bugün de rapor almak için evin yakınındaki sağlık ocağına gittim. Buranın durumu da ilginçti. Beklerken içerdeki hastalarla da kaynaştık. Sonunda sıra bana geldi. Doktor 2 günlük rapor verdi. Ama işe gidilmeyen günler için de SSK maaşımdan kesiyormuş. Artık bunun neden böyle olduğunu sormadım bile..
Prag gibi biyerden Türkiyeye dönmek zaten acı veriyordu, bir de iki günde bunları yaşayınca daha da acı oldu..

SkyPlay

Flickrde gördüm, elaman uğraşmış gökyüzünü nesnelerle birleştirek böyle bir proje (SkyPlay) yapmış. PhotoShopun da katkısı vardır, ama yine de yaratıcı ve eğlenceli olmuş.
Ben her yerde hemen hemen benzer bulutların olduğunu düşünürdüm o yüzden pek de dikkat etmezdim ordaki bulutların
nasıl olduğuna. Ama Kırşehire düğün vesilesiyle gelenlerden bi arkadaş buranın bulutları ne kadar farklı diyene
kadar...Sanırım iklimle alakalı olarak gökyüzü de değişiyor. Tabi en güzeli masmavi parlak bulutları da bembeyaz olan gökyüzü, gri gökyüzüne hayır:)

badem çiçekleri


yaratıcılıkla ilgili bişiler okurken Van Gogh çıktı karşıma, resimde masmavi imkansız gökyüzü ve yeni açan badem çiçekleri var..
İçinde insan olmayan resimler de güzel olabiliyormuş değil mi?

hem o hem bu

Alev Alatlı'nın Kabus'unu okumaya başladım. Türk antiütopya örneği, bu kitaba da Cesur Yeni Dünya'dan geldim. Yazılmış heralde en ünlü distopya örneği imiş. Distopya dünyanın olmasını istemediğimiz gelecekteki hali olarak da anlaşılabilir. Neyse Cesur Yeni Dünya hakkında söylecek çok şey var. Onu bi ara yazayım. Kabus'taki karakterin de Aristo mantığını sevmemesi çok hoşuma gitti. Ya o ya bu deriz, bişey iki farklı özellikte olamaz. Ya doğrudur ya yanlıştır. Eleman der ki hem o hem bu vardır. "ya o ya bu" değil "hem o hem bu". İki özellik aynı anda aynı şeyde mevcut olabiliyor. Zaten kitabın bi adı da Schöredingerin Kedisi, ünlü deneyden yola çıkılmış. Orda da ışık hem foton hem dalga. Dolayısıyla da kedi hem canlı hem ölü. Niye anlattım, şu an başka yerde olmak isteyip burda kalakaldığım içindir.

derdin var mı?

Her sabah servis şöförümüz aynı radyoyu dinliyor, hatta yıllardır servis şöförleri sayesinde ben de aynı radyoyu dinliyorum. Radyocunun bu sabahki konusu kimin ne derdi var söylesin idi... Tabi çoğunluk ülkenin durumundan kaynaklanan dertlerini paylaştılar. Onun dışındakiler de modern dünya dertleriydi. Dert deyince benim için genelde işle ilgili şeyler aklıma geliyor. Bi kere babama anlatmaya çalışmıştım, iş güç olayını, çok şaşırmıştı çünkü anlamamıştı. Çünkü artık bakınca bi sürü insan için her gün gidebileceği işinin olması bile mutlu olmak için yeter bi sebep..O yüzden bunlar dert değil, olmaması gerekiyor. İşin özü şu ki modern dünya mutsuzluklarını bırakmak lazım, ünlü bilge ayşe'nin de dediği gibi iç huzur sağlanmalı....

3 toplantıları

İşyerinde saat 3leri çok seviyorum, hemen bizim ekiple haberleşip aşağıdaki koltuklara iniyoruz. Yarım saat muhabbet edip kafa dağıtıyoruz. Ama şu ara sanırım kimse halinden memnun olmadığı için ya da sıkıldığından muhabbet genelde işten öteye gitmiyor...Yani artık çok da huzurlu değiliz ama umarım daha kötüye gitmez...Eğlenceli kısmı hepberaber durumumuzun farkında olmamız beraber geyik yapıp eğlenebilmemiz...Aslında canımızın sıkılmasındaki ana neden hayatın sadece maaşı alıp o maaşı harcamaktan ibaret olmadığını düşünmemiz, işte bu yüzden acı çekiyoruz. Yoksa monopoli gibi hayat yaşardık...Bi de iyi olanı görüp de onun gibi olmak en zoru, insan kolayı seçiveriyor, kötü birini görünce istemeden de olsa onun gibi oluveriyor. üzüm üzüme baka baka kararıyor ama üzüm üzüme baka aydınlanmıyor..

pembe domates

bayramda kırşehirdeydim, bizim oralarda domates toplama dönemi yeni gelmişti, şekilsiz ama mis kokulu süper lezzetli domatesler yedim. Sonrasında istanbula döndüm, bizim evin karşısındaki bakkaldan bozma Eğeroğulları markete gittim, amacım cumartesi kahvaltısı için domates almaktı. Çanakkale yazan kıpkırmızı, göze görünen domateslerden aldım. ne olduğu sofrada belli oldu. Saman gibi bişeydi. Tabiki kekik ve nane ile lezzet verdim. Bu haftasonu da babamın kuzeni Ahmet amcalardaydık. Ömerlide bahçeli evleri var, bahçeleri tam bir cennetti, biberler, domatesler, patlıcanlar..Bahçe bozumu yaptık, tüm domatesleri topladık. Mis gibi. Tabi eve getirdim birazcık, yavaş yavaş tüketeceğiz. Bu sene geçti ama seneye balkonda pembe domates yetiştirenlerin kurduğu ağ'a katılayım diye düşünüyorum. Hatta yanında biber ve maydonozu da amaçlıyorum. Bakalım kısmet..
Resimlerdeki kırmızı domatesin albenisi var sadece, asıl lezzet pembede..

çok korktum

bazen çok heyecanlanıyorum panik yapıyorum içimde sanki yapamayacakmışım gibi bir korku oluyor. Dalma olayı için de böyle oldu. İçim karardı kaç gündür. Halbuki olmazsa olmasın niye ben bu kadar ciddiye aldım bilmiyorum. Sanki ÖSSye girecek gibi hissettim kendimi, halbuki ÖSSye girerken hiçbişeyim yoktu..Küçükken insanlar ne güzel daha korkusuz oluyor, yaşadıkça korku eşiğimiz düşüyor, yani burda deneyim olayı eksi tesir yapıyor, korkmak korkuyu getiriyor. Bu kadar genelledim ama belki benimki bir hastalıktır, bi ben böyleyimdir...

mutluluk

Haftasonu bikaç bişeye üzülmüştüm, ayşeye anlattım o da bilgeliğini konuşturdu, herkesin mutlu olması çok zor, düşünme dedi. Sonra benim de aklıma geçen gün ismi lazım olmayan birinin röportajında okuduğum önce benim mutlu olmam gerekiyor ki çevremi de mutlu edeyim sözü geldi. Tabi bunu diyen kişi minareyi çalmış ve kılıf uyduruyo ama düz mantık öyle olmak lazım. (benim yine bunu uygulamam zor)
Bir de Elif şafak'ın aşk'ını da yeni okumuşken sonra ayşe'yi de böyle görünce kitabı pratiğe de dökmüş olduk, mutlu olmak için aşk gerekiyor.
(Resim yine aynı yerden)

huy suy


annem bazen öyle bi davranıyo ki anneme kızıyorum, aynı şeyi anannem de anneme yapıyor annem de ona kızıyor. yani annemin ananneme kızıyoken farketmesi lazım böyle yapmayayım diye ama farketmiyor..ben annemden farklı olduğumu düşünürdüm ama sanırım gitgide ona daha çok benziyorum. annem de annannemden farklı olduğunu düşünse de o da aslında onun aynısı...böyle bi farklı olduğumuzu düşünsek de huyundan suyundan çekmişiz bizden öncekilere...
hal böyle olunca da yaşlanınca nası biri olacağını az buçuk kestirebiliyosun, ama o anı yaşayınca mutlaka herkes de kendine haklı görünüyor, şimdi ben annemi haksız buluyorum ama ben annemin yaşına gelince ben de annem gibi davranıyo olucam...

ühü ühü

neden istanbulda olduğumu düşününce kendi kendime şaşırıyorum, ne işim var benim bu şehirde?? hiç kimsem yok, halam teyzem dayım amcam?! üniversiteden mezun olalı beş sene oldu ve benim aklım yeni başıma geldi. Gurbet olayını yeni idrak ettim, belki evliliğin bunda payı vardır bilmiyorum, kalabalık bir aileden çıkıp da çekirdek aile olayını yaşayınca ancak farkettim. Yalnızlaşıyoruz. İnsan tabiatına aykırı ama böyle de devam ediyoruz, bi kaç haftadır böyle depresifim...en iyisi çalışayım ve düşünmeyeyim bunları..

duyarlılık

Bazen çok umutsuz oluyorum, nasıl bir şehir burası, yaşlılar ve özürlüler için düşünülmüş hiçbişey yok. Sadece metronun asansörleri var heralde, onu da zaten herkes kullanıyor. İşin ilginci burası insanı kolayca tüketen yaşlandıran bir şehir ama sonrası için de hiçbişey sunmayan bir yer. Bi de olanca kalabalık içinde bunların yaşanıyor olması insanların duyarsızlığını görmek daha da acı. Hep kendimizle övünürüz şöyleyiz böyleyiz mükemmeliz, heralde en büyük kandırmaca bu, insanlar da saf saf inanıyor işte. Nerden mi çıktı bunca şey, bu hafta ama bi bayanı otobüse bindirdim. Ama aklım bayanda kaldı, burası İstanbul ve herşey olabilir. Reşitpaşada Körler okulu var ve 4.leventten o otobüse biner okula giderlerdi. Bir kere bi ama'nın sopasının ucu nasıl oldu hatırlamıyorum ama benim yüzümden kırılmıştı. O zaman pek önemsemeyip gülüp geçmiştim. Üstelik o zaman onların yanına gidip de hiç yardım etmeye çalışmazdım. Ki o zaman da aslında yardımseverdim ya da öyle olduğumu sanıyordum. Neyse bu ilkokullarda öğretilen türk insanı yardımseverdir, misafirperverdir geyiklerine son verilmeli ve bifiil uygulamaya geçirilerek öğretilmeli. Eğitim sistemi böyle olsaydı belki bu metrobüs üstgeçitler bile böyle yapılmayacaktı.

ristorante


İtalyada restoranda oturup yemek yemek alıp götürmenin neredeyse 2 katı fiyata sahip, mesela kahve istiyosun al eline fincanı yeter ki oturma. Bi de self servis deyip de oturursan sanki dünyanın en büyük kötülüğünü yapmışsın gibi garsonlar bozulup kızıyorlar, pisada biz ve amerikalılar oturmuştuk, garson kovmuştu bizi, çok eğlenceliydi. Bu fiyat listesi San Giminiao'dan ristorante ise Orvieto meydanından... (banco: bank, tavolo: masa)

kitsch

Gazetelerde sık kullanılan kelimeler paso değişiyor, bir ara önünde post, neo ekleri olan kelimeler çok kullanılıyodu. Bu gazeteciler sanki kimse anlamasın diye haber yazıyor. Şu aralar benim gözüme çarpan kitsch kelimesi pek bir moda. Banal, sıkıcı, basit anlamında kullanılıyor. Bunun zıttı olarak ise cool kelimesi kullanılabilir. Ama tabi bunlar çok yakın şeyler birine kitsch gelir birine cool gelir, örnek sushili usb'ler. (Zaten bunu da Japonlar değil kesin Çinliler yapmıştır)

daldım

Haftasonu saros'ta ilk dalışımı gerçekleştirdim. Discovery olduğu için benim çok bir şey yapmama gerek kalmadı. Topu topu 4 mt daldım, ama yukarı ve sağa sola bakınca çok korkunç geldi, her taraf su dolu, kendimi bastırılmış ve sıkıştırılmış hissettim, havanın kıymetini bi kere daha analdım, ne güzel bişey şu hava rahat rahat hareket edebiliyoruz. Sonracıma görüş alanı çok dar, alışmışız burda 140 dereceye, orda sadece karşı görünüyor, kaybolsa birini bulmak çok zor, bence arabaların dikiz aynası gibi aynaları olmalı dalgıçların. Asıl en önemlisi alet edevat çok ağır, tüp ağırlık derken denizden bi çıktım çökmüşüm. Limanda daldım belki de bu yüzden hoşlanmadım, ne farklı balık vardı ne yengeç, her taraf deniz hıyarı ve kestanesi doluydu. Neyse bu sefer kuyruğu kıstırmadan çıktım denizden, belki bi kere daha denerim.

kubik bikbik

Geçen hafta kübiğimde boğuluyordum (kübik arkadaşlarımdan değil tabi ki), içimde farkında olmadan bi sürü şey biriktirmişim, halbuki hiç öyle olsun istememiştim. Biriktirdiğim şeylerin bana katkısı var mı yok tabiki o zaman herşeyi olduğu gibi çöpe atmalıydım.
Neyse bunların hepsini kustum işte..işin en şaşırtan kısmı da ben içimdekileri kustukça hiç beklemediğim geri dönüşler aldım ve iyice kusasım geldi. Bööö...
Meğerse iş ortamının kiracı-ev sahibi ilişkisinden farkı yokmuş. 5 yılda ancak anladım. İşte benzerlikler, ev emlakçıdan, iş ise danışman firmalar ya da insan kaynaklarından bulunuyor. İkisinde de sözleşme imzalanıyor, ayrılmak için önceden haber vermen gerekiyor. Kiracı ev sahibine para ödüyor, çalışan para kazanıyor görünür, ama çalışan işveren için zaten kendini heba ediyor. Birinden ev alınca kurtulur birinden de emekli olunca kurtulursun. Allah bizi kurtarsın...ikisi de zor be ya...

aldık herşeyi

Şimdiye kadar bi sürü şey aldık, ne ve nerden mi aldık? İşte bir liste çıkardım; ev erdem emlak-libadiye, yemek takımı porland-cevahir, gelinlik aysira-nişantaşı, damatlık network-cevahir, gelin ayakkabı ünsal-osmanbey, yemek-yatak odası ve koltuklar escara-masko, perde fırat perde-unkapanı, vitrifiye, fayans ve inşaat malzemesi ege seramik-ümraniye, davetiye kristal-internet, beyaz eşya beko-küçükyalı, banyo dolabı koçtaş-cevahir, mutfak dolabı ise hasan amca-acıbadem...Liste şimdilik bu kadar ama uzayacak inşallah...

ayakkabı

Düğün fotoğrafı çeken insanlara hayranım, ben de öyle bir iş yapmak istiyorum, çekmek için bir sürü güzel detay var. Ayşe de ayakkabı için bu blogu göndermişti, ama ben ayakkabılarımı geçen hafta aldım bile. Uzun ince topuklar, ayakkabıları kesinlikle daha hoş gösteriyor, ama o topuklarla tüm gün ayakta olmak zor olcağı için 9 pontluk biraz kalın topuk tercih ettim. Ama blogtaki ayakkabılara hayran kaldım, naylon çizme çok eğlenceli olmuş, pembe ayakkabılar ise harika..Keşke pembe alsaydım:(
Ve işte bunlar da benim ayakkabılarım...

halaskargazi

Hollywood yapımı şehirde geçen hemen her filmde New Yorktaki büyük caddelerden birinde mutlaka geniş açı insanlar gösterilir, sonra da dikkat çekici bikaç tip yakın plan çekilir. Geniş planda kalabalık ve hızlı yürüyen insan topluluğu vardır. Kimse kimseyle ilgilenmez. Yerde yatan bir adam vardır, kimse bakmaz bile, hızla yanından geçerler. Kendi kendine konuşup bağıran insanlar olur, kimse onlara da aldırış etmez. Hareket devam eder. Herkes yalnız görünür. Fonda ise ambulans, korna sesi ve ambulansı, araba alarmları vardır. İstanbul da öyle bir hale geldi. Karton üzerinde yatanlar, kendi halinde bağırıp çağıranlar, yürümekten öte koşarcasına hareket eden insanlar..
Ama bir de amerikalılardan farklı olarak seçim dönemlerinde ortalığı rengarenk bayrak ve amca resimleriyle dolduruyoruz. Gürültü olarak da parti minibüslerinden yayılan çirkin seçim şarkılarımız var. Bugün işten gelinlik provası için erken çıktım, dönerken Halaskargazi caddesinden geçtim. Bu anlattıklarımın hepsi orda vardı. Yapacak bir şey yok. Güldüm geçtim. Bir film çekersem ve öyle bir genel plana ihtiyacım olursa çekilecek yer belli oldu, Halaskargazi Caddesi..

sifon

Belki bilenler biliyordur, ama ben yeni öğrendim. Tuvalet sifonlarında küçük ve büyük yanyana iki buton oluyo ya bunlardan küçüğe basınca az su, büyük olana basınca biraz daha fazla su akıyomuş. Dolayısıyla küçük buton küçük tuvalet için, büyük buton büyük tuvalet için tasarlanmış. Bu iki buton olayını backuplı çalışma olarak düşünmüştüm, biri bozulursa diğerine basılsın diye böyle yapılmış gibi gelmişti. Baya saçmalamışım, hatta şimdi dönüp bakınca arabanın neden 4 tekeri var sorusunun cevabına yedekli çalışsın diye öyle yapmışlar demiş gibi hissettim.
Bu klozeti de Geberit'ten buldum, Geberit banyo ve tuvalet olayında aşmış. Adamların en büyük falsosu adı, onun dışında gerçekten iyiler. Bi falsosu daha var sanırım, pahalılar. Neyse sonuç olarak gereksiz su harcamayalım, adamlar yapmış, hakettiği gibi kullanalım. Ben bunca yıldır büyük olana bastığım için kendimi cezalandırıp bir süre sadece küçük olanı kullanıcam:)

ev

bugün sabah ev aldık. tabi bu cümle, pazardan elma armut aldık cümlesine benzedi, ama bu iş elma almak kadar kolay değilmiş. O kadar çok ev arayınca ve ortamı gördükçe hayalimdeki ev kavramı bitmişti ve tapu hayali başlamıştı. Ve sonunda hayallerimiz gerçek oldu bir tapumuz oldu.
Ev de bu fotoğraftaki gibi bir şey işte, yani benim gözümde şu an böyle görünüyor, uyandırmayın beni..

dizi

Dizilerin en sevdiğim bölümlerini çıkardım, şöyle ki House'un en sevdiğim bölümü Dr.Gregory'nin bacağıyla ilgili operasyon geçirdiği bölümdü. Ghostwhisperer'da Jim ile Melinda'nın tanıştıkları bölümdü. How i met your mother'da ise Barney'nin neden takım elbise giydiğinin anlatıldığı bölüm olmuştu. Ve bu bölümlerin ortak yanı ise hepsinde dizi karakterlerinin geçmişinin anlatılıyor olması. Bu bölümleri izlerken acaip mutlu olmuştum. Çünkü bu karakterler hayatımda ciddi bir yere sahip ve ben onların geçmişlerini bilmiyodum. Bu bölümler sayesinde öğrenip daha da sahiplenmiş oldum. Başım göğe erdi mi, hayır, ama merak ettiğim şeylerin sayısı azaldı:)

ışık

fotoğraf gezilerinde "ışığınız bol olsun" derlerdi, ben de gülerdim, ama fotoğraf çeken biri için söylenicek en anlamlı söz aslında buymuş. ışık olmayınca ağzınla kuş tutsan bi işe yaramıyor..
tv'de amerikadan yapılan yayınlarda genelde gökyüzü inanılmaz güzel görünüyor. Mesela arka tarafta beyaz saray olan çekimlerde, beyaz saray gayet net, bembeyaz, arada yeşil alan, yemyeşil...gökyüzünde pamuk gibi bulutlar...Gel burda yaşa diye çağırıyor sanki..Kullanılan teknoloji heralde çok farklı değildir. Atmosfer de aynı atmısfer ama orda hava kirliliği daha az sanırım. Neyse adamlar işini biliyor, istanbul denince benim aklıma sadece gri görüntüler geliyor. Bu fotoğrafı da bolu'da çektim, ışığını, parlaklığını amerika ışığına benzettim. ışık için şehir değiştirmek yeterliymiş:)

yeni oyun-çakma dart

dart oynamayı baya severim, ama eve alıp da koyamam, zira duvar muvar kalmaz, hiçbiyere zararı olmayan adını henüz koyamadığım bi oyun buldum, her oyuncunun oyun hamuru gibi bir hamurdan büyük bir hamur yığını (100 gr kadar) olucak, dart tahtası gibi bir tahta duvarda olucak, amaç hamurları parçalayıp tahtaya yapıştırmaya çalışmak, oyuncular atış yapacağı yuvarlak hamuru kendi oluşturcak, hamurun max büyüklük sınırı var tabi, ama minimum yok, dolayısıyla oyuncular farklı sayıda atış yapma hakkında sahip, hamur çok küçüldükçe yapışma oranı düşük ama atış sayısı artmış oluyor vs...kompleksitesi olmayan evde de dart oynayabilmek için düşündüğüm bişey işte..

vapur

Vapurda dışarda oturup ayaklarımı denize doğru uzatmayı, sıcak yaz günlerinde esen rüzgarla serinlemeyi ve vapurdan inince sanki beni beklediklerini düşünüp güldüğüm o kalabalığı özledim. havalar ısınsın vapur keyfi yapalım. Bir de aslında bugüne kadar ki en keyifli vapur yolculuğumda Ayşe vardı, onla beraber Fenerbahçe vapurunun kaptan köşkünde kaptanla geyik yaparak adaya gitmiştik. Şimdi o vapur da Rahmi Koç müzesine çekilmiş, sevinsem mi üzülsem mi bilemedim...En azından metal işleme fabrikasında darmaduman edilmedi buna şükür..
Bu fotoğrafı da beşiktaş iskelede çekmiştim, kadıköy vapurundan en son inen kişiler...

eğitim ömür boyu

20 yıllık öğrencilik hayatım bitti, üzülüyor muyum tabiki hayır, bunca yılda ne öğrendim ya da bunca yıldan elimde ne kaldı? ilkokulun kesinlikle faydalı olduğuna inanıyorum, aile kavramı, dünya, çevre, temel matematik bilgisi, bunlar vardı, o günkü halim için acaip bi vizyon yarattılar saolsunlar..ortaokulda artık daha derinleşti herşey ama basit makinalar her zaman basitti, sürtünme kuvveti hiç bir zaman yoktu, endoplazmik retikulumum vardı her hücremde, kare kök aldım, çarptım böldüm, tabi bunların yanında tarih ve coğrafya, yani fena değildi aslında, herkes ortaokula gitmeli, sonrası ise lise aynı tarih aynı coğrafya, ezberle dur, integraller türevler, organik kimyalar, doğruluğu kanıtlanmamış fizik kuramları öğrendim ve tabi tüm bunlar için beynimi deli gibi kullanıyodum..ve derken üniversite başladı, gene integraller furier serileri fizik...ve sonra da bilgisayar dersleri, yıllarca deli gibi fizik matematik kimya biyoloji dersleri aldım, öğrendim ve sonrasında bunların hiçbirinin hiç bi işe yaramadığı bir mühendislik dalında eğitim gördüm, üstelik bu öğrendiğim şeylerin de pratikte uygulanması çok zor olduğu için kullanmadığımdan hepsini unuttum, aslında beynimin arka kısımlarına ittim aradaki bağı da kopardım..
Çalışınca bunlar geçer diye düşündüm, ama işin kötüsü bitmiyormuş böyle, çalışmaya başlayınca da kişinin kendini geliştirmeye devam etmesi için sürekli bir devinim içinde olması gerekiyor, alınan eğitimler okunan kitaplar, mesai dışından kişinin kendi için yapması gereken fazla mesailer...
kısacası beynimi bilimle törpülüyorum...

istemek

geçenlerde arkadaşları yemeğe çağırmıştım, ama evde yeteri kadar sandalye yoktu, freedom da üstteki komşudan sandalye istememi söyledi, tuz istenir ama sandalye de istenir mi diye baya mızmızlandım, istememek için yoğun çaba harcadım, freedomın ısrarıyla cesaretimi topladım ve çaldım kapılarını, bu arada ben üstteki teyzeyi evi su bastığında görmüştüm, bir de mevlüt okunurken "amin amin" demesini duyuyorum o kadar, yani teyzeyle hiç muhabbetimiz yok..o kadar panik yaptım yaptım ama teyze evde yokmuş meğerse ve böylece rahatladım..sonunda gittim koçtaştan rahat rahat iki tabure aldım, süper oldu. zaten insanlarla kolay iletişim kuran biri değilim, çok da umrumda değil de, bu bişey isteyememe olayına şaşıp kalıyorum, isteyemiyorum...bi de önceden şu vardı biri benden bişey istese hayır diyemez yapmaya çalışırdım. Bence bireyin kendi önceliklerini düşünüp aslında ona göre evet demesi gerekiyor, başka biri kesinlikle insanın kendisinden önemli olmamalı, ama işte ben başımın üstünde yerin var sözüyle yetişmişim, içime işlemiş bu geleneksel ruh..ama ne yazık ki tek taraflı, benden bişey isteyene yardımcı oluyorum ama ben bişey istemeye zorlanıyorum..ne olacak halim bilmiyorum...belki o teyze kapıyı açsaydı ben de sandalye isteseydim bir tabuyu daha yıkacaktım ama olmadı işte..

ühü ühü

Bizimkilerden yıllardır uzaktayım, o yüzden ben üzülmeyeyim diye bana genelde bişey anlatmazlar, biri vefat eder ya da ameliyat olur ama bunlardan sadece bayramda eve gittiğimde o ortamda bulunduğum için haberim olurdu. Geçen hafta babamı hastaneye kaldırmışlar, brother memlekete gideceği için bana da söylemiş oldular, bi tanıdık-hemen hemen aynı yaştayız- intihar etmiş bunu da hasbel kader öğrendim, eniştem ameliyat olmuş brother söyledi ve hepsine çok üzüldüm.
Annemler hayatın bu tarafını benden hep sakladılar, hatta halen saklamaya çalışıyorlar, bünyem alışmamış böyle şeylere, duyunca çok üzülüyorum..
kelebek fotoğraflarından hoşlanmam, ama şu anki ruh halime uygun geldi. ühü ühü...
ve halen burda olduğum için de ühü ühü...

boş koridorlar

@santralistanbul-Erika Sulzer fotoğraf sergisi
Koridordaki boşluğa şaşırmalıyım şaşırmamalımıyım bilemiyorum artık. Rahatça gezmek için süper bir ortam yaratan bu boşluk gezdikçe benim içimi ürpertti. Türk insanı aslında sanatsever, en azından SSM'deki sergiler bunun göstergesi, genelde kapısında kocaman kuyruklar oluşuyor, ama iyi bir fotoğrafçının iyi fotoğrafları üstelik giriş ücretsiz ama sinek bile uçmuyor içerde...İnsanların gözünün içine sokmak lazım galiba, bakın burda şu var diye, yoksa değer görmesi gereken şeylerin insanlar farkında bile olmuyorlar..tamam buna kızıyorum ama doğrusu kim bilir ben de nelerin farkında olmadan yaşıyorum bilmiyorum...

büyüdüm

eskiden hep büyümeyi isterdim ama artık keşke hep küçük kalsaydım diyorum, bir de benden büyük olan insanların sayısı ne kadar çoktu ve meğer ne güzel bir durummuş da farkında değilmişim, o zaman da hep kendimi büyümüş gibi hisseder ve de öyle davranırdım, saflık işte, ne gerek varsa..bu sitede şu anki haliyle insanlar küçükken çektirdiği fotoğrafa göre poz vermişler, kolektif başarılı ve sevimli bir proje olmuş, küçücük insanlar kocaman olmuş, anneler babalar yaşlanmış.. kıyafetler değişmiş..ama küçükler kesinlikle daha sevimli..

cin ali

Bugün işyerinde bişiler aranıyorken, birinin blogunda cin ali resmi gördüm, nasıl da mutlu oldum, sanki kırk yıldır görmediğim arkadaşımı görmüş gibi sevindim, en çok da Cin Ali ile Berber Fil'i severdim, ama kapaklardan Cin Ali'nin Kara Gözlü Kuzusu'nun kapağı daha güzelmiş onu koyuyorum..Kitapların hepsini ezberlemiştim, paso başa sarıp onları okuyodum. Ama 1.sınıf bitip de yaz tatili başlayınca kitap okumayı bırakıp kendimi sokaklara atmıştım, okumayı da yazmayı da baya bi unutmuştum, hatta soyadımı yazıcaktım da uzunca bi süre S harfini yazmak için nerden başlayacağımı düşünmüştüm. Ne komikmiş...

starbuck vs. örenbayan

İçinde insan olan logoları çok seviyorum, buna KFC, Ören Bayan, Starbucks ve Arko traş köpüğü dahildir. Logo dolu dolu ve daha sevimli görünüyor. Bari içinde bayan olan logoları birazcık karşılaştırayım: Starbucks Mobidik'teki denizkızı olan Starbuck'tan adını almış. Ören Bayan ise doğrudan müşteriye bakılıp konulmuş bir isim. Ören bayan insandır, starbuck denizkızıdır. Ören Bayan hamarattır, logoda bile örgü örer, Starbuck boş gezenin boş kalfası. Starbuck'ın saçlar fönlü, Ören Bayan saçları Şehrazat modeli düzgünce toplamış. Starbuck'ın giyinip giyinmediği belli değil, Ören bayan gayet giyinik. Ama ikisi de güzelce gülümser. Güzel logolardır.

kadayıf

Düşündüm taşındım kadayıf nasıl yapılıyor çözemedim. Hamurun ince ince kesilmesi ile ya da yoğruldukça tel tel olan hamur olabilir diye düşündüm ama gayet de mantıksız geldi. Sonra dayanamadım araştırdım ve buldum.
Hamuru sadece un ve sudan oluşuyormuş, hafif yağlanmış sacda da yandaki düzenekteki gibi pişiriliyormuş. Ama tabi bunun da fabrikasyon imalatı vardır heralde.
Yapılışı zor ama pişince lezzetli ama yine de benim pek aram yoktur kadayıfla. Bu arada kadayıf kelimesi arapçada kadife kelimesinin çoğuluymuş. halbuki kadayıfın da hiç kadifeliği yoktur, baklava olsa neyse..belki zamanla bunun yapılışı değişmiştir kim bilir..

introspektif

Bizim şirkette performans görüşmeleri başladı, ilk önce bir anketten kendimize puan veriyoruz, sonra da yöneticiler puanlıyor. Herkesin kendini yansız bir şekilde değerlendirmesini bekliyorlar. kendini gözlemleme olayına psikolojide introspektif deniyor, halen türkçe'de tek kelime ile karşılığı bulunmuyor. Bu anket olayı da bir nevi introspektif oluyor aslında, içine bak çok da derinlere inmene gerek yok, şirkete bağlılık oranın nedir, takım çalışmasında nasılsın söyle işte..bence tüm bunlar işyeri tarafından kurumsal görünmek, ik'cıların çalıştığını göstermek ve en önemlisi de daha az zam yapmak için ellerinde somut kanıtların olmasını sağlayan yapay bir çalışma..ben burdan gelen puanlara bakmam, yapılan zamma bakarım der bu konuyu da burda noktalarım:) Bu özgürlük heykeli de utandığı için kapatmıyor yüzünü, çok güldüğü için kapatıyor introspektif sonucunda:)

milli piyango

Tabiki alttaki ekran benim biletimin sorgu ekranı, üzülmeye de gerek yok, ben de büyük ikramiye biletini sorgulayıp tebrik de kazanıyorum...
(Türkçe karakter olayı tam bir fecaat)

dali

SSM'de Dali'nin resim sergisine gittim. Uzun zamandır hiçbirşeyden bu kadar etkilenmemiştim. Dali'nin nasıl bir hayalgücü ve zekaya sahip olduğunu resimleri anlatıyor. İlgilenmediği disiplin kalmamış, optik, matematik, fizik, mitoloji, felsefe, edebiyat, jeoloji, teoloji ve aklıma gelmeyen daha bir sürüsü..eskizlerinde matematik formülleri bile yer alıyordu. hep araştırmış ve hep öğrenmiş.
Gittim gördüm utandım ve üzüldüm. Ne geniş bir hayalgücüm var ne de araştırma öğrenme isteğim. Eğitim sistemine mi suç atsam hayatta kalma mücadelesine mi suç atsam bilmiyorum. Beynimi hapsedilmiş, sınırlandırılmış hissediyorum. Ona bunu yapan da ben ve benim tercihlerim aslında...1920lerde çektiği kısa film bile inanılmazdı, günümüzde milyon dolarlık sayısız film çekiliyor ama kaç tanesinde bu anlatım olabilir, evet evet onlarda benim gibi, yalnız değilim aslında..
Hayal kurmadığı gün olmadığını, içinde dağ olan bir resmini yaparken de 3 ay hayallerinde orda yaşadığını söylemiş. Belki de kaderim bu dahileri anlamak olarak yazılmış, şükür gene ucundan bucağından anlıyabiliyorum hiç anlayamamak da vardı işin ucunda...

Happy Merry Christmas


en çok da yılbaşı süslemelerini seviyorum, her taraf ışıl ışıl..onun dışında yeni bir gün, yeni bir haftaya başlamak gibi aslında yeni bir yıla başlamak..ama yine de herkese kocaman kocaman mutlu yıllar..
bi de yılbaşı için de arife günü olsa süper olcak:)

Curling

Eurosportta izleyip de kurallarını anlayamadığım spor dallarından biri de curling'ti, türkçesi bence buzda kaydırmaca ama buz satrancı olarak geçiyor, ordan burdan kurcalarken kurallarını buldum, takım 4 kişiden oluşuyor, biri atıyor diğer üçü de ağırlığa yön veriyor, amaç merkez nokta çevresinde ağırlıkları toplamak ve rakip takımın da ağırlıklarını dağıtmak..animasyonlarla işte bu sitede senaryoları anlatmışlar. Bir dahaki sefere izlediğimde daha anlamlı gelir inşallah..Bir de ağırlık taşıma gibi bir yarış vardı, kocaman adamlar böyle taşımak için sapı olan küçük varilleri taşıyorlardı, o da izleyince anlamsız geliyordu..kim bilir arkasında nasıl bir felsefe yatıyordur:)